15 Eylül 2009 Salı

Kaçan uykunun ardından


Kapımı çaldığında yatmaya hazırlanıyordum. Tam uykunun kapımı çaldığı bir zamanda, başka bir kapının çalmasını garip bir tereddütle açıyorsunuz.Her ne kadar dünyaya bakışımızda kendimizi insanlığa ,doğruluğa ve güzelliğe adamışlık var gibi olsa da içten içe beslediğimiz bir bencilliğin gerçeğin de "hoşgeldin"diyebildim.

"Konuşmak istediklerim var, uygun zaman değil ama birileriyle konuşmalıyım" derken ona verdiğim cevap ta ister istemez bir yalanı içinde barındırıyordu.

Aaa olur mu hiç, önemi yok....

Sessizce kanepeye oturdu ve anlatmaya başladı....

Klasik, sıradan yada bildiğimiz şeylerdi anlattıkları.Olayın kendisinde değilim.Önemli olan yaşanılanlar karşısında kendini kötü hissetmesiydi. Ve bende ister istemez kaçan uykumun ardından her zamanki "ben" haline çoktan dönmüştüm.

İlgili, dinleyen, yargılamayan, çare bulmaya çalışan her zaman ki Adan...

Hani bazı insanlar vardır, ilk gördüğünüzde onu sımsıkı sarmak kucaklamak istersiniz ya, kaç yaşına gelirse gelsin içinde taşıdığı yürekle her zaman çocuk olarak kalacaktır...

O da öyledir....

Ve bu insanlar etrafa yaydıkları enerjiyle bir güneş gibi ısıtır içinizi....

O da öyledir....

Hiç kimse onları üzemez kıramaz sanırsınız, onlar evinizin en değerli biblosu gibidir..

O da öyledir....

Ama en çabuk kırılanlardandırlar aslında. Bir şekilde sabretmeyi öğrenmişlerdir, ama yine de bir sınır vardır ve sınırın ötesinde karşınızdaki çocuk kalpli kişi dünyanın en yaşlı insanına dönüşmüştür. Güneş, yağmura....

"Herşeye rağmen mutluluk" ilkesinin savunuculuğunu yapan Tom Robbins in yazılarındaki gerçek kişi gibi gördüğünüz bu sevimli yaratığın üzülmesine dayanamazsınız.

Kimse üzülmeyi hak etmiyordur, ama o asla....

Anlatırken tane tane anlatır, sözcükler dilinden dökülürken nasıl becerdiğini bir türlü çözemediğim bir usbupla salt hissettiği duyguların aktarımıdır. Ve bu yüzden deler geçer sizi...Güzel tüm duygularını herkesle paylaşırken ,hüzünlerinde yalnızlığı seçer çoğunlukla ama son noktada "duvara konuşmak istemedim bu yüzden geldim" cümlesiyle kapınızın çalındığı o anda bir an için içinde hissettiğiniz bencilliğiniz gelir aklınıza ve kendinizi bir kez daha kötü hissedersiniz.

İkinci aşamaya geçtiğinde, yani onu bu duyguları hissettirmeye götüren sebepleri dinlediğinizde bedeninde iki gözden çok daha fazlasına sahip olduğuna inanırsınız.

Asla göremeyeceğim şeyleri görmüştür. Asla duyamayacağım şeyleri duymuştur.

Bir insan, bir insanın hüzünleriyle büyür mü?

Onu dinlerken büyüdüğünüzü hissedersiniz. Oysa taşıdığı o sevimli yürekle minicik bir çocuktur...

Bir kaç saatte dünyanın en bilge kişileri kulağınıza binlerce fısıltı yerleştirmiş gibi bilgilendiğinizi hissedersiniz.

Ve bütün bunlar bir insanın hüzünlerinden, kırılmışlıklarından oluşmuştur.

Mutluluklar kolay paylaşılıyor dostlar, mutluluklardan da öğrendiğimiz şeyler var elbette ama asıl öğrendiklerimiz hüzünlerden mi doğuyor dersiniz?

1 yorum:

  1. hilmi yavuz'un belki de en güzel dizesi..
    "hüzün ki en çok yakışandır bize
    belki de en çok anladığımız.."

    en çok anladığımız şeyler dolayısyla öğrendiğimiz şeylerin bir tür toplamı olup çıkıyor..

    YanıtlaSil