16 Aralık 2009 Çarşamba

Birahane Longa



Birahane Longa

Cızırdıyor gramofon yüreğim
"her işlik bir mezbahadır
zaman da kemik sesleri çıkarır"
diyen adı çaprazlanmış
ve sımsıkı dosyalanmış birinin
ve körelmiş bir parkın anısıyla;
nice tarih yazıldı kuytularında
tüze'nin ve aktöre' nin ırzına geçtiği tarihler;
orda sunuldu cumhura
bileklerinden Dolapdere'nin karasını ve Gülhane'nin
irinli günlerini etin yırtılış acısıyla geliyor her güz
ve akşam söyleşilerini akıtan bir Şorola heykeli
ve teybin hala ilenen "Orhan ağbi" sinin sesiyle otelin
gölgeliğine gömülen
beton alüminyum ve cam gölgeliğe
gömülen mevsimlik bir Erzurumlu'nun geçmişin tepilmiş
patikaları ve ekşimiş han odalarıyla inildeyen son fotografisi;
orda enselendi" yarınlarımız"
marlboro ve kızlık sunarken
cumhura

Bayım açık bırakılmış bir musluk
var da sanki şuramda
akıp geçti Dicle'nin çıbanlı ikindileri, taş yapıların hala
üstünden sızan yalnızlık nemi
Bir gömütlük anısıyla seyrettim Öğretmenler Odası'nın
penceresinden
bir eğe sesiyle yağan karı
gelip gitti ağır gurbet kokusuyla tabutlar
şu kırık tozlu aynada da
göz göze geldiğim şimdi
parçalanmış bir suret
ben toz edildim genelgelerle
her salgından bir parça bulaştı üstüme, kıl
çadırların önünde dövülen ağlayıcıların
haykırışlarıyla yırtıldım

felç geldi dilime
yıllarca bir mektup bile yazmadım,her zaman da öğrenemiyor insan söylendiği gibi ah kızaran
yaprakların gürültüsüyle fırladım bir öğle sonu içimde titreyip duran bir akrep
camsız bir penceresin sen diye haykırdım karıma
ve orda akıp gitti anlatacaklarımın sözcükleri
ve anlatacak bir şey yoksa eğer
katilini de ardında gezdiriyor yürek
her beden gibi
bu tezgah-ı siper' in ardında şimdi
yitip gittiğim insan cangılının
karanlık göz çukurlarından başım dönerek
duydunuz mu bilmem Bedevi Çardak Zindanı!nı
çok eskilere dayanıyor körleşmenin tarihi ve hiç
geçmiyor mu zaman?
orda çalışırdı en ünlü mil çekme ustaları
gerek yok bakmaya, baksan da ön yüzü
görüyoruz zaten-kıpırtılarla deviniyorum
artık, sesle
yeni bir satırbaşıdır her ses
işte kırılan bir bardak sesi
Ben de sıçrıyorum uyuduğum banktan ilk
tramvayların gürültüsüyle
salepçinin önünde kuyruk olmuş gece esnafı
doktor Fikret bana bakıyor o sıra evinden kaçmış
ama hangi zamanda
alnında kapkara bir şiir başlığı
adıyor daha önceki bir zamanda Şizofreni adlı kitabını;
"Bu monografi şizofreni dünyasında yaşayanlara ithaf
edilmiştir", sayfayı çevirince de
okuduklarım şunlar
ama hangi zamanda;
"şizofreniğin başka kimselerden farkı hayat
olaylarına yabancı kalışıdır. Yabancı ve yalnız
olduğunu farkeden şizofrenik mümkün olduğu kadar
başkalarından uzak kalarak kendi aleminde

kadının sesi
ey Zaman
ilerledikçe berinin gömütlüğüne varıyorsun
yumuşayıp da yaprak sürdüğünde incir dalı
yazdır;
şezlonga uzanmış kestiriyorsun dutun
gölgeliğinde baba,
hücrelerin kemirilmiyor henüz, bombalanmış
kahveleri görmedin,
düşlerine girmedi işkence edilmiş hiç bir ceset
fesleğen saksısına uzanırken yaşamdan
öç almanın mantığıyla taşıllaşıp kalkmadı elin
Ah hükmü verildi herkesin
söz daha ne kadar yenilecek tarihe
normalleştirilmiş bir cinnetin gözlerine takındık
bu üzünçlerin" mavi çek " i kimde
" ak kart " ı kimde bu işsizliklerin
ne banker ne üstübeç silebiliyor yazıyı
yaşıyor acılar

Bayım
boğazlıyor bahçeleri inşaatçı deyyuslar
bir ayin sesi var her yerde
bu bize kalan
leyleklerin düzüldüğü bir yurtluk;Körlüğün
göz çukuru kendi içine doğru kanayan
ey bize hiç bir şey sormayan
sür bu gülü sür içimden
koşturmaya çalışan bu tek bacaklı mevsimi kanırt
umudu terk eden kurtulacaktır
ancak zamanıyla bakışan kurtulacaktır
konuşmayı yeniden bulan kurtulacaktır

Kullanılmış Sözlük
yumrukluyor benim de gırtlağımı
hırıltılıyorum plastik bir göğün altında
"Ey kardeşim Yonatan sesin için acılıyım" a bir bira
zehirlenmiş güvercinler için bir bira
Kavak'taki beş para etmez sessizlik rakımı içerken

hangi zamanda bir stadyum kalabalığıyla
gülümsemiştim oğul
ovulan ve üzüncü gitmek bilmeyen evler için
Yasın da gizli bir dili var
çoğaltılıyor
iskelelerde bile
tıkış tıkış trenlerde bile
televizyonlarda bile
göz göze gelirken Ceyarla
içi emaye gırtlağım
ünlüyor son bir kıvranışla;
öldürüldüm

Ahmet Oktay

(Şiiri bana ulaştıran Sanem Uçar a teşekkürler)

2 yorum:

  1. Gerçekten usta kalemlerden bir tanesi Ahmet Oktay.

    Tüm yazılarını ve şiirlerini beğenerek okusam da niyese Birahane Longa ayrı bir anlam taşır benim için.

    Sanırım 12 eylülün üzerimizden silindir gibi geçti bir dönemde yaşamış olmak ve bir çok şey yitirmek bu şiiri çok daha fazla anlamlı kılıyor benim gözümde.

    Son zamanlarda Tv kanallarında bu dönemle ilgili bir sürü diziler yayınlanıyor olsa da o dönemi, nedenlerini ve yaşanılanları tam olarak hiç birinin yansıtabileceğine inanmıyorum.

    Çünkü herşeyden önce 12 eylülü yargılamalı ve mahkum etmeliyiz.

    Bunu yapmadan yapılan herşey bana çok anlamsız geliyor.

    Bu ayki Varlık dergisi sayfalarını Ahmet Oktay ın Birahane Longa adlı şiirine ve kendisine ayırmış.

    Gerçekten bir dönemi tüm özellikleriyle anlatan olağanüstü bir şiirdir.

    Hemen herkesin şair olduğu günümüzde, herkesin en azından birer şiir kitabının olduğu şiirler bolluğunda şiir nedir, şair kimliği nedir? gibi soruların yanıtıdır Ahmet Oktay.

    Nilay Özer bu şiir için;

    "“Birahane Longa”, modern Türkiye’nin acılarla kararmış kısacık tarihine entelektüel bir şairin gözünden bakmamızı sağlar." şeklinde bir cümle kullanmış.Kesinlikle katıldığım cümlelerden bir tanesi bu.

    Ve sizin de eklemiş olduğunuz şiirlerdeki bazı bölümler öylesine ustalıkla yazılmış ki, bir kez değil bir kaç kez okuyası geliyor insanın;

    "İhtiyar yüreği toprağın
    buğdayı, elma'sı
    korkuda.
    Suskunluğum, utancım büyük
    sıkıntım kara.
    Gel dağıt mavini
    kör kuyular uykuma."

    ....

    "Herkesin telefonu ötüyor zaten,
    çarşaflının ve pantolonlunun, dazlağın
    ve berelinin. Teknoloji bağımlısı
    düşmanlar olarak bakıyoruz
    birbirimize. Ürküyorum birden
    turnikeyi geçmiş sıkmabaşlının zifirî
    gözlerinden. Akıp gidiyor orada
    tekinsiz gecenin arzuları. Hatlar
    karışsa diyorum, dua edercesine;
    karışsa ve aksa usulca içine sözlerim;
    “beyaz ve alevli etini gördüm,
    sezinliyor yaşlanan beden
    bin bir biçimli kösnüyü. Ölümün
    bir uzak, bir yakın gölgesini”.


    "camsız bir penceresin sen diye haykırdım karıma
    ve orda akıp gitti anlatacaklarımın sözcükleri
    ve anlatacak bir şey yoksa eğer
    katilini de ardında gezdiriyor yürek"

    Kısacası babanız yerden göğe haklıymış sevgili Adan....

    YanıtlaSil
  2. ben de 2 şiiriyle hatırlayayım Ahmet Oktay'ı:

    bir öğüt sana ;
    suyun ve ekmeğin
    izin verme geçmiş olmasına
    besle belleğini
    her zaman, şimdiki zamandır...

    ...

    yeşeren dal kadar
    çürüyen kök de
    birleştirir bizi
    gözlerini yumar ve
    daldırır ayaklarını
    hangi gün geçeceğini
    bilmediği öteki derelere
    onlarla bağlanırız
    s i l i n c e z a m a n y a z ı y ı...

    YanıtlaSil