21 Kasım 2010 Pazar

Taşların Dili




Geçmişe ait izler beni büyülüyor.

Takip ettiğim toplum ve tarih blogu geçen gün yayınladığı " Kayıp Dillerin Fısıldadıkları " adlı yazısıyla içinden çıkmak istemeyeceğim bir zamana sürükledi beni...

Çoğu şeyler belkide içinde yaşadığımız çağdan çok daha ileri bir boyutta gibi duruyor. O çağda yaşamak istermiydim acaba? diye düşündüm bir an...

M.Ö 18 yüzyılda Sümer dilinde yazılmış bir aşk şiiri çok etkileyiciydi. Üstelik bu şiir Sümer kralı Şusin için bir kadın tarafından yazılmış.Her dönemde en baştaki olmak önem kazanmış gibi gözüküyor. İnanışa göre toprağın bereketini sağlayabilmek için senede bir kere bereket tanrıçası Inanna yerine bir rahibe ile evlenmesi gerekiyormuş kralın. İşte bu törenlerden birinde bir kadın tarafından yazılan aşk şiiri .

“Güvey kalbimin sevgilisi
Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı
Arslan, kalbimin kıymetlisi

Güzelliğin büyüktür, bal gibi tatlı”

.......


“Beni büyüledin, önünde titreyerek durayım

Güvey, senin tarafından yatak odasına götürüleyim

Beni büyüledin, önünde titreyerek durayım

Arslan, senin tarafından yatak odasına götürüleyim”

Yerleşik düzene geçtiğimiz andan itibaren kadına ve erkeğe verilen roller fazla değişmemiş.

Bu yazı da en çok hoşuma giden şey de, evlenme cüzdanı oldu. Taşa çiviyle yazılmış bu belgede neler yazıyor , herkese mi verilirmiş, yoksa yüksek mevkidekilere mi? akla gelen ilk sorular bunlar ama 14 Ekim-31 Aralık tarihleri arasında Rezan Has Müzesinde bir çok şey sergilenecekmiş.

Bu evlilik cüzdanın da ne mi yazıyormuş?

“Puzurhaya Ubartum'u Eş olarak aldı.

Urmeme'nin oğlu Urdamu, Urdumuzida, Bulani, Urdumuzida'nın oğlu Alduga Tanık olarak Kral adına yemin ettiler”

Öyle ya da böyle bir şekilde insanlar kendilerine ait izleri bir şekilde bırakmışlar. Bu izlerden yola çıkarak ne kadar geliştiğimiz, yada diyalektiği zorlayarak gelişmediğimiz tartışılabilir.

Bence kaçırılmaması gereken bir sergi. Bir çok soruya cevap bulunabilir, yada tam tersi kafalar biraz daha karışabilir. Söz konusu insan olduğunda belirsizlik çok daha yoğun benim için.

7 Kasım 2010 Pazar

Acının Coğrafyası




kente kapandık kaldık tutanaklarla belli
sirk izlenimlerinden seçmen kütüklerinden
yüzlerimiz temmuzdan ötürü sallanır ve uzar
ve her köşe bir tuzaktır
birer darağacıdır her meydan saati
öğle vaktini kesinlikle gösteren
oysa hep güçlü dağları görmenin zamanıdır

çığlığım uzun uzun kalır içimde
yani güller giyinmiş bir adam nerde ben nerde
rüzgâr bir dirimi dört yöne bölerken tepelerde
ve gece duruşmasından yeni çıkmışken
sabahın terazisi eksik tartar gölgemi

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
kim gelirse gelsin acıya hep yer vardır
tutanaklarda duvar diplerinde ve bazı yerlerde
örneğin çukurova ve mekong köylerinde
acıdır ağacın gölgesini yapan
bunu herkes bilir

kutsal acı besleyen acı sütünü emiyoruz
yatıyoruz seninle terli döşeklerde
saati seninle kuruyoruz bir çalar saati
sen donatıyorsun kalbimizi
kalbimiz çoğu zaman yeterli ve ürkek
kendi çoğunluğunu kendi üreterek

kente kapandık kaldık iki cadde iki alan bir saat
mutsuzluk acıya varana kadar
artık yeminimiz bir tatar gölgesi gibi
öyle bir gölge ki belki çok dardır
kısa vakitlerinde aceleci akşamın

artık öyle açık ki kuşkuya yer yok
acıya hep yer vardır aramızda
dört cepli yeleğim aynı kolaylıkla taşır her şeyi
bozuk paraları da umutsuzluğu da
aynı kolaylıkla tutmuş gibi olurum
güneşin yedi renk ayasını

biliyor musun güçlü dağları görmenin zamanıdır
şimdi bir bağırsan çok iyi biliyorum
ya da üst üste silah atsan
kent tepinir belki bütün kuşlar uçar
belki değil mutlaka
ama
bir tanesi mutlaka kalır.

Turgut Uyar

Gabriel Marcel




Varoluşçu felsefecilerden Gabriel Marcel gerçekten ilgi çekici bir düşünür.

Katolik inancı seçerek ona bağlanan ve tanrı tanıyan bir varoluşçu.

Bazı düşüncelerine katılmadan edemiyorum. Ona göre paramparça bir dünyada yaşıyoruz. İnsan sosyal yaşamda bir vida haline gelmiş. İnsanlar, istatiksel sayılar haline getiriliyor. Böyle bir dünyada sahip olmak, varolmaktan daha önemli hale getiriliyor...

Marcel'e göre bağlanılacak biricik varlık Tanrı'dır. Doğal olarak ona bağlandığında sadakat gerekecektir. Sadakatı uyuşuk bir boyun eğme gibi ele almıyor.

Ve ister istemez sadakatı bir şekilde yerine getirirken alınan hazla yaşama daha sıkı tutunabilirsin, demeye getiriyor...

Kısacası 1889-1973 yılları arasında yaşamış bu düşünür mutluluğu inanmakta bulanlardan. Yaşamı nasıl geçmiştir, mutlu mu, mutsuz mu? pek bilemiyorum ama bazı cümleleri ilgi çekici...

"Sır; benim içimde olan ve bu nedenle de bütünlüğü ile benim karşıma konulamayan şey. Ben nasılsam, içimdeki sırra örülmüş biçimdeyim. Önemli olan, sorunu aşmak ve sırra doğru yol alabilmek."

"İyilik; gelecekte olacak her şeyin iyi olacağı beklentisidir."

Düşüncelerini okudukça mutlu olduğuna karar veriyor gibiyim. İşte bu aşamada başka bir düşünce beynimi kemirmeye başlıyor.

Asla mutlu olamayacağım...