25 Nisan 2010 Pazar

Cesar Vallejo



"En tehlikeli an yaşamımda,
en yalnız olduğum zamandı."

dedi 16 mart 1892 doğumlu Peru lu yazar.

Yaşadığı süre içersinde sadece üç tane şiir kitabı basılmış olsa da 20. yüzyılın en önemli şairlerinden biri olarak kabul edilir.

Şiirlerinin yanında hikaye, roman, deneme de yazan edebiyatçı, devrimci kişiliğiyle de önemli bir yer tutar. 1920 de katıldığı bir sokak gösterisinde tutuklanacak ve 4 ay gibi bir süre cezaevinde kalacaktır.

Bu tutukluluğu ölümüne kadar bunalımlı bir yaşam sürmesine neden olacaktır ve kendini aç bırakarak intihar edecektir.Ölüm tarihi 15 nisan 1938 dir.





UMUTTAN SÖZ ETMEK İSTİYORUM

Bu acıyı Cesar Vallejo olarak çekmiyorum. Şu anda ne sanatçı, ne bir insan, hatta ne de bir canlı varlık olarak acı çekmiyorum. Bu acıyı bir Katolik, bir Muhammedî yahut dinsiz olarak çekmiyorum.

Yalnızca acı çekiyorum bugün. Adım Cesar Vallejo olmasaydı da çekecektim bu acıyı. Sanatçı olmasaydım, aynı acıyı duyacaktım yine. İnsan da olmasaydım, hatta canlı varlık ta, böylesine çekecektim bu acıyı. Katolik te olmasam, tanrı-tanımaz da olmasam, Muhammedî de olmasam yine acı içinde olacaktım. Bugün en dipten başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.

Açıklamasız bir acı içindeyim şu anda. Öyle derin ki acım bir sebebe bağlanamaz, bir sebebe de bağlanamaz. Sebep ne olsun ki? Ona sebep olabilecek önemdeki şey nerede? Hiçbir şey sebebi değil, hiçbir şey ona sebep olacak güçte değil. Bu acıdan doğan şey ne işe yarar.

Benim acım bir tuhaf kuşların kuzey ve güney rüzgârlarından döllenip saldıkları tarafsız yumurtalardandır. Sevdiğim kız ölseydi, acım çektiğim acı olmakta devam ederdi. Boynumu kesselerdi usturayla, ben yine şimdi duyduğum acıyı duyardım. Bu hayatta değil bir başka hayatta olsaydım çekeceğim bundan başka bir acı olmazdı. Bugün en yücelerden başlayarak acı çekiyorum. Yalnızca acı çekiyorum bugün.

Açların acısına bakıyorum da benimkinden nasıl da uzakta görüyorum onu. Açlıktan ölecek olsam, bir ot olsun biterdi mezarımda. Aynı şey âşıklar için de öyledir. Âşığın kanı, hangi kaynaktan ve ne yöne aktığı belli olmayan benim kanım yanında nedir ki?

Şimdiye dek evrendeki her şeyin kaçınılmaz olarak baba-oğul bağlantısı içinde olduğunu düşünürdüm. Oysa bugün işte bakın ne babadır benim acım ne oğul. Batan gün olmaya tümseği yok, fazlasıyla sinesi var doğan gün olmak için ve loş bir yere konacak olsa hiç ışık salmayacak, aydınlık bir yere koysan gölgesi olmaz. Bugün acı çekiyorum, olsun ne olacaksa. Bugün acı çekiyorum yalnızca.

Çeviri; İsmet Özel

KİTLE

Sona ermişti savaş,
asker ölmüştü, bir adam geldi yanına,
"Seviyorum seni; ölme!" dedi.
Ama asker dirilmedi.

İki kişi geldi sonra, yalvardılar:
"Bırakma bizi! Yürekli ol! N'olur diril!"
Ama asker dirilmedi.

Yirmi kişi, yüz kişi, ben, beş yüz bin kişi,
bağırarak geldiler: "Bunca sevgimiz var ölüme karşı!"
Ama asker dirilmedi.

Milyonlar toplandı başına,
hep birden konuştular: "Gitme kardeş, gitme!"
Ama asker dirilmedi.

Sonra bütün insanları yeryüzünün
koştu yanına; kederle baktı onlara asker,
doğruldu ağır ağır,
kucakladı ilk adamı, yürüdü gitti...

KARA TAŞ AK TAŞ ÜSTÜNE

Paris'te öleceğim boşanan yağmurlarla,
anısını şimdiden yaşadığım bir günde.
Paris'te öleceğim - bu da koymuyor bana -
belki de bugün gibi, bir güz perşembesinde.

Bir perşembe olacak, çünkü bugün, perşembe,
yazarken bu dizeleri durmadan sızlıyor kolum,
ve hiçbir gün, geçtiğim yollarında yaşamın,
yalnızlığı içimde bugün gibi duymadım.

César Vallejo öldü, dayak yiye yiye herkesten,
oysa kimseyi de incitmemişti:
koca sopalarla vurdular,

kalın urganlarla dövdüler;
tanığı perşembeler, kollarında kemikler,
yalnızlık, yağmurlar, yollar....

18 Nisan 2010 Pazar

Tam anlamak, tamamlanmaktır…



“En önemli ustalık kaybolmaktır” diyor değerleri sorgulayan bir dâhi. İnsan toplumdan kaçtıkça kendine doğru yol almaya başlar. İçindeki ‘kendi’lerden sıyrılmak için zaman kazanan birey, yalnızlığının karanlığında zamanı yakarak kayboluşuna art alan oluşturur. Peki, ne(y)den kaçar insan? Gidilecek yer N’dir? Ne(re)ye yetişmek ister?

Modern toplumda çoğalmaya başlayan gizemli kırgınlar, içinde bulundukları algı karmaşasıyla yaşamaktan memnundurlar. Çünkü kayboluş, en iyi kaçış biçimidir.

İnsan en çok da kaygının kaynağı olarak varoluşun öznesidir. Fakat bu özne, korkunun ortaya çıktığı alan olarak kendinin nesnesi durumuna gelir. Hem varoluşun, hem de yok oluşun öznesi olan insanın uzaklaşma isteğinin altında yatan psikoloji, varoluşsal korkudan başka bir şey değildir. Josef K’nın korkusunu anımsayın.

Bu yüzden, uzaklaşma/kaçış bir duygusal tepkidir ve altında sağaltılamaz korkular vardır. Yaklaştıkça (kitleye) korkunun çoğalacağını bilir gizemli kırgınlar. Yaklaştıkça ince şeyleri kaybedeceklerini bilirler. Her gün tapınılan yüzlerin, cilalanan sözlerin herkes için bir anlam ifade etmesi, onlar için çok da önemli değildir. Önemli olmaya başladığı andan itibaren kayboluşun derin hazzı da kaybolur. Çünkü herkes herkestir!

Önem vermemeye önem verir gizemli kırgınlar. Onları yollarından edecek, yavaşlatacak bir tek silah vardır; düzen. Kaybolma ‘ada’sının sakinleri düzenden korktukları kadar düzensizlikten korkmazlar. Çünkü düzensizliğin deruni bir çekiciliği vardır. Düzensizlik eril, düzen dişildir. Bu yüzden gerçek’ten kaybolmak isteyen kadınlar, kaybetmiş kadınlardır.

Zaman geçer. Yıllar geçer ve hiçbir gizemli kırgın kayboluşunu bildirmez. Kayboluş onun remzidir yalnızca... Birçok insanın ‘varmak için’ düşlediği, ‘ütopya ada’sının paratoneri olan kaybolma zevkinin bir adı da boşluk arayışıdır. Çünkü boşluk duygusu, nesne eksikliğinin hissedilmesiyle ortaya çıkar. Korkuyu içe salacak bütün çentikler dışta kalır böylece.

An, bitişmektir zamana. Zamanın ritmini yakalay‘an’ anlayabilir ancak. An’ın gelgitindeki zarafeti görmeyi becerenler, boşluğu yakalamak için kaybolanlardır. Korku, kayboluş ve boşluk…

Tam anlamak, tamamlanmaktır…

Adem Eyüp Yılmaz