Varlık sebebimiz aynıdır işin başında. Anne ve babamızın bizden izinsiz merhabalaşması. Zaman içinde anlam kazanan yada kaybeden bir varlığım... Bu dünyaya bir çok insan geldi, içlerinde dahiler var, zır deliler, çapulcular... Ben hangisiyim? Ya sen?.... Bir de Shakespeare geldi, tanıdığım andan itibaren varlık sebebim oldu. Büyük ustaya sonsuza kadar saygıyla... Titus Andronicus
21 Eylül 2010 Salı
Comte de Lautréamont
...kahrolası bir yüzyılın içine düşmüştü bir kere...
Aklımdan hiç çıkmayan edebiyatçılardan bir tanesidir Comte de Lautréamont. Gerçek adı Isidore Lucien Ducasse olan bu Uruguay doğumlu edebiyatçı 1846 yılında dünyaya gelmiş ve ne yazık ki çok genç bir yaşta 1870 de intihar ederek hayatına son vermiştir.
Fransız edebiyatının en aykırı edebiyatçılarından biridir. Sürrealizm kokan eserleriyle kısa yaşantısında önemli izler bırakmıştır.
En önemli eseri Maldoror'un Şarkılarıdır.Maldororun Şarkıları, gerçek üstü figürler ve olgular içeren, tanrıya başkaldıran ve insanın daha çok hayvansı yönlerini anlatan düzyazı-şiir tarzı bir kitaptır.
Çağını kabul etmekte zorlanan bu yetenekli edebiyatçının dünyaya kendi eliyle hoşçakal demesini anlayabilmek hiç te zor değil. Onun yazılarını okurken hiç bir şeyin değişmediğini görmek, bilmek çok daha acı verici aslında.
Maldoror'un Şarkılarından bir bölüm;
Gece yarısı....
Bastille den Maddelein e, görünürde tek bir atlı tramvay bile yok...
Yanılmışım; işte bir tane! Ansızın öyle, yerden biter gibi görünüverdi.
Yaya kaldırımında evine gidecekmiş birkaç kişi, durup baktılar. Bakılmayacak gibi de değil ki...bir acayip. Üst katında donuk bakışlı, bayat balık gözlü bir alay adam sıkış sıkış oturmuşlar. Bin tanık ister yaşadıklarına. Gene de belediye buyruklarına uygundu sayıları, kılı kılına ama olsun.
Arabacı atlara bir kırbaçtır, şaklattı... Kırbacı kolu değil de, kolunu kırbaç savurdu sandım.
Neydi, neyin nesiydi bu dilsiz garip kuşlar? Aydan mı inmişlerdi, ne? Olmaz olmaz, her şey olur. Ama iskeletleri andırıyordu daha çok.
Tramvay depoya vaktinde yetişmek için olacak, dolu dizgin gidiyordu... Öyle bir kaçıyordu ki... Ama ardından tozlar içinde bir yumru ölesiye koşuyor, düşe kalka kovalıyordu onu..."Durun, yalvarırım size n'olur, durun!...ayaklarım şişti yürüye yürüye bütün gün...dünden beri bir şeycik yemedim...sokakta bıraktı beni anam, babam...n'apıcağımı şaşırdım...eve döneyim istiyorum bir an önce...beni de alın tramvaya,sığınırım bir köşeciğe...çocuğum daha, yeni bastım sekizime...beni böyle bırakmayacaksınız değil mi?" Öyle bir kaçıyor, öyle bir kaçıyordu ki tramvay... Ama ardından tozlar içinde bir yumru ölesiye koşuyor, düşe kalka kovalıyor onu...
Ölü gözlülerden biri yanındakine bir dirsek vurdu, kabak tadı verdi bu yaygara der gibilerde. Kulağı tırmalandı herhal. Öbürü haklısın demeye, belli belirsiz başını eğdi, derken kabuğuna çekilen bir kaplumbağa gibi bencilliğinin döşeğine yumuldu yeniden. Bütün yolcuların yüzünden aynı hoşnutsuzluk akıyordu.
Çığlıklar tizleşirken gitgide, bir iki dakika daha duyuldu.
Caddeye bakan pencereler açıldı birer ikişer. Elinde bir lamba, bir gölge belirdi camlardan birinde, bir göz attı aşağıya, şırak diye kapattı pencerenin kanadını. kapanış o kapanış...Öyle bir kaçıyor, öyle bir kaçıyordu ki tramvay... Ama ardından tozlar içinde bir yumru ölesiye koşuyor,
düşe kalka kovalıyordu onu...
Bu taştan adamlar arasında bir delikanlı, tek bir o, belli, üzülüyordu çocuğa. Çöp gibi bacaklarıyla tramvaya yetişeceğim diye yırtınan yavruyu koruyamıyor, ağız açamıyordu ki; bunca göz dikilmiş üstüne, hayın hayın bakıyorlardı, karşı gelemezdi ki topuna birden. Dirseklerini dizine dayamış, başı iki elinin arasında, insanlık dedikleri bu mu? Diye aval aval düşünüyordu. Dank etti kafasına, boş laf olduğu bunun, şiirde bile geçmez olmuştu. Anladı yanlışını." Ne olacak dedi kendi kendine, alt tarafı yumruk kadar bir çocuk!" Gene de tutamadı kendini, öyle şey mi olur gibilerde pırıl pırıl bir gözyaşı delikanlının yanağından aşağı yuvarlanıverdi. Gözlerine götürdü elini, kara bir bulutu aklından silmek istermiş gibi. Çırpınıyordu ama, boşuna; kahrolası bir yüzyılın içine düşmüştü bir kere. Ne işi vardı orada? Ne yapsa ne etse kurtulamıyordu. Köleliğin en çekilmezi, alınyazılarının en korkuncu!
Lombano o gün işte kanım kaynadı sana. Öbür yolcuların arasında, vurdumduymazlıklar içinde otururken gözümü ayıramadım senden. Delikanlım,ayağa kalktın birden, öfkelendin de; istemeyerek bile olsa, böylesine aşağılık bir harekete katılmamak için çekip gitmeye davrandın. Bir işaret çaktım, yanıma oturttum seni.
Öylesine kaçıyor, öylesine kaçıyor ki tramvay...Ama ardından tozlar içinde bir yumru ölesiye koşuyor, düşe kalka kovalıyor onu. Ansızın kesildi çığlıklar. Bir tümseğe takıldı ayağı, yuvarlandı çocuk, taşa çarptı başını, bayıldı...Görünmez oldu tramvay, çıt çıkmıyordu upuzun caddede.Öylesine kaçıyor, öylesine kaçıyor ki tramvay...Ama ardından tozlar içinde bir yumru koşmuyordu artık, düşe kalka kovalamıyordu onu.
Şu paçavracıyı gördünüz değil mi? Elinde kötü bir lamba, bu yana geliyor hani. Bakın, kaldırıyor çocuğu, evine götürecek, tımar edecek yarasını, yiyecek verecek, yatırıp uyutacak, anası babası gibi değil, bir daha sokakta bırakmayacak onu.
Öylesine kaçıyor, öylesine kaçıyor ki tramvay... Ama ardından tozlar içinde, paçavracının bakışları ölesiye koşuyor, kovalıyor onu...Hay budalalar, ahmaklar takımı, böyle ettiğine bin pişman olacaksın. Görürsün sen, nasıl, ama nasıl pişman edeceğim seni. Yemeyip içmeyip gece gündüz şiirlerimde insan denen bu yırtıcı hayvanla, marifet yapmış gibi onu yaratan tanrıyı yerin dibine batıracağım. Şiir üstüne şiir, kitap üstüne kitap, son nefesime dek işim gücüm bu olacak. Burnundan getireceğim senin.
Türkçesi; Can Yücel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)