30 Mayıs 2009 Cumartesi

Sevgiliye Mektup

Sensizliğin tam yetmiş üçüncü günü bugün. Yarın bunun yetmiş dört, öbür gün yetmişbeş olma gerçeğini kabullenmekte ne kadar çok zorlandığımı bir bilsen....

Ve bu sayıların hızla artacağını bilmek öldürüyor beni.

Tam bunu düşünürken Nazım Hikmet geliyor aklıma sinirleniyorum Nazım a, nasıl der alışırsın bir tanem diye, nasıl der!!!!

Gidebileceğim en uzak köşedeyim artık.

Sen olmadan aynı şehrin havasını soluyabileceğimi hiç aklıma getirmedim.Hemen her yerde senin izlerin varken bunu yapabilmek kolay değildi bir tanem.

Arkada anılar bırakılmıyormuş bunu öğrendim bu yetmiş üç günde. Ya da ben beceremedim.Çekip gitmelerime alışıktım önceleri, ama bu sefer öyle kolay olmadı canımın içi."Yaşlanıyorsun artık" diyorum kendime ama biliyorum bedenimin ve ruhumun neden ret ettiğini bu durumu.

Yoksun....

Ellerimle çamuru şekillendirirken bakıyorum ortaya çıkan yüz senin yüzün. Saçlarını tarar gibi dokunuyorum çamura. Saçını, burnunu, gözünü şekillendirirken gözlerimi kapatıyorum ordasın yanımda sanki ama biliyorum;

Yoksun....

Nasıl zor geliyor nefes almak biliyormusun?

Gecenin ve gündüzün birbirine karıştığı bu kentte tıpkı şehir gibi karışığım. Geçen gün gittiğim bir birahane de iki sevgili yanyana otururken sesleri yükseldi tartışmaya başladılar. Nasıl baktıysam yüzlerine, adam; "Ne bakıyorsun, tartışamayacakmıyım sevgilimle dedi" bana.Tek bir cevap bile veremedim, korktuğumu düşündü sanırım sesimin hiç çıkmamasından ve sessizce koşar adımlarımla oradan çıkışımdan.

Oysa öylesine kıskanmıştım ki onları. Nasıl anlatabilirdim şu anda aslında dünyanın en mutlu insanı olmaları gerektiğini.

Yanyana olmak, nefesini duymak, gözlerinin içine yeniden bakabilmek için neler vereceğimi, anlatabilirmiydim?, anlayabilirmiydi?....

Saatlerce yaptığımız tartışmaları özledim. O tartışmalarda büyürdüm ben seninle. Farkında olmadığım bir çok şeyin farkındalığını oluşturan ve yaşatan sevgili, seni özledim.

Yeni bir dil yaratmalıyım özlemimi anlatabilmek için. Bildiğim hiç bir dil bunu anlatmada yeterli değil.Neleri özlediğimi bir bilsen ve bu özlemle yaptığım saçmalıkları sana bir anlatabilsem.....

Koca çocuğun, yaşamaya devam ederken, etmek zorundayken insan olmanın dayanıklılığının gönüllü temcilsicisi bu karanlık kentte.



William Byrd



1540-1623 yılları arasında yaşamış Rönesans dönemi İngiliz bestecisidir.

Hakkında çok fazla bilgi olmayan besteci özellikle madrigalleriyle tanınır. Müzik hayatına ise 1563 yılında Lincoln Katedralinde orgcu olarak başlamıştır.

Dini eserlerde yaptığı değişikliklerle de tanınır.



Consort Songs






1 - My mind to me a kingdom is
2 - Fantasia a 6
3 - O Lord, how vain
4 - Content is rich
5 - Constant Penelope
6 - Pavan a 6
7 - Galliard a 6
8 - My mistress had a little dog
9 - O that most rare breast
10 - The noble famous Queen
11 - Fantasia a 4
12 - Out of the orient crystal skyes
13 - O Lord, bow down thine heavenly eyes
14 - Fantasia a 6
15 - Truth at the first
16 - O you that hear this voice
17 - He that all earthly pleasure scorns


27 Mayıs 2009 Çarşamba

William Shakespeare

Onu ilk tanıdığımda 14 yaşındaydım. İsmini daha önceden de duymuştum. Hatta "olmak yada olmamak" cümlesini çok iyi biliyordum .

Kullanmıştım da bu cümleyi, anlamını hiç düşünmeden.

Bilmek ve tanışmak çok farklıymış bunu ilk kez Türkçe dersinde o naif öğretmenimin sesinden bir sonnet ini dinlediğimde fark etmiştim.Diyordu ki o naif kadın;

Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan.
Güneş kucağındadır, bilemezsin
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür....

Gerisi de vardı şiirin ama bu üç dize nasıl çakılı kaldıysa beynimde bilgisayarla tanışıp mail adresi aldığımda imza olarak kullanırken bulmuştum kendimi.

Özellikle o son satır, o son satır var ya dünyayı durduruvermişti bir anlığına, dün gibi hatırlıyorum.Cevabı verilmemiş sorularımın yanıtıydı bu üç satır.
Hep arkası dönüktü büyüklerimin ve sonrasında ben bakamaz omuştum insanların gözlerine suçluymuş gibi.

İlk gençlik yıllarımın biricik dahisi William Shakespeare 1564 yılında İngiltere de dünyaya geldi. 1616 yılına kadar devam eden yaşantısında kendi çağının çok ötesinde olmakla birlikte içinde yaşadığımız 21. yüzyılınında ötesindedir dersem hayranlığıma bağlarmısınız?

BBC nin yaptığı bin yılın dahileri oylamasında herkesi geride bıraktığını söyleyeyim o zaman.Bu anlamda hiç bir kargaşa çıkmadı bu sonuçtan. Hatta The Washington Post; " Sorusu olan var mı?" diye karşı olabileceklere meydan okudu.

İlk gençlik yıllarımı geride bıraktıktan sonra gittikçe artan bir ilgiyle Shakespeare hayranlığımla tüm eserlerini okumaya çalışırken diyebilirim ki onu büyük yapan evrensel temaları konu almasıdır. Ve bunları konu olarak ele alırken kullanılan kelimeler ve cümlelerle ustaca işlenmiş olması onu dahi sınıfına kolaylıkla sokabiliyor.

Kendisiyle ilgili çok fazla detaylı bilgiye sahip değiliz. Elimizdeki kesin bilgiler baba John Shakespeare in dericilik ve ticaretle uğraştığı ve Shakespeare ile birlikte beş çocuğu olduğudur.
Zengin sayılabilecek bir ailenin çocuğu Shakespeare. Bu sebeple yöredeki dil okulunda öğrenim gördüğüne inanılıyor.Tersini savunanlarda var.

Kısacası net bilgilerin elimizde olmaması onun dahiliğini gölgeleyemiyor.
Yaşadığı dönemin Rönesansa denk geldiğini biliyoruz. Doğal olarak klasik çağ kültürüne olan ilgiyle Shakespeare in eserlerinde de bu konuları ve o dönem özelliklerinin anlatıldığını biliyoruz.

Çok sevdiğim şairimiz Can Yücel çevirisiyle;

66. Sone

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var ya, o koyuyor adama.

Çeviren: Can Yücel



Tired with all these, for restful death I cry,
As, to behold desert a beggar born,
And needy nothing trimm'd in jollity,
And purest faith unhappily forsworn,
And guilded honour shamefully misplaced,
And maiden virtue rudely strumpeted,
And right perfection wrongfully disgraced,
And strength by limping sway disabled,
And art made tongue-tied by authority,
And folly doctor-like controlling skill,
And simple truth miscall'd simplicity,
And captive good attending captain ill:
Tired with all these, from these would I be gone,
Save that, to die, I leave my love alone.

Değişmiş mi bir şeyler?