25 Kasım 2009 Çarşamba

Mitoz bölünmeye uğrayan yazıcıklar...




Bir kaç gündür bir çok şeye kafayı takmış durumdayım ve ister istemez düşünme durumunda oluyorum bu konuda.

Her zamanki alışkanlıklarımı da yerine getiriyorum.

İşime gidiyorum, zamanım varsa atölyeme uğruyorum, müzik dinliyorum bir taraftan ama düşünmek eylemi yaptığım her işte benimle.

Gazete okuma alışkanlığımı da yitirmedim,internetten de takip ettiğim yerler olmasına rağmen gazete okumanın o hışırtılı sesini seviyorum.

Genel anlamda okumak sanırım hiç vaz geçemeyeceğim alışkanlıklarımdan. Ne olursa, nasıl olursa okumayı seviyorum.Artık yazarları takip etmek oldukça zorlaştı. Hemen hergün yeni isimlerle karşılaşabiliyorsun.Kitap okumanın herşeye rağmen sağlıklı bir yol haritası var.

Okumaya karşı garip bir ilgi içersindeyseniz, bilgisayarınızın başında bile okuyabileceğim alanlara gitmek benim tercihlerimden oluyor. Ve bu inanılmaz dünya öyle çok yazılarla dolu ki...Dünyadaki bütün insanlar bir yazar edasıyla her yeri kaplamış durumdalar.

Kaçınılmaz gerçeklerimizden biri bu. Korunmanın yolu yok, korunmak kişinin geçmişinin doluluğuyla doğru orantılı. Eğer birazcık boşsa o geçmiş,çok kolaylıkla bir sürü yanlış düşünceye kapılmak olası.

Büyük düşünür Nietzsche, en büyük eserim dediği Böyle Buyurdu Zerdüş ü anlatmaya çalışırken, orada yazılanları anlayabilmenin zorluğunu bildiğinden bir yer açmıştı anlayamayanlara ve anlamak isteyenlere, tabii kendi diliyle;

"Fısıldanan sözlerdir fırtınayı getiren; güvercin ayaklarıyla gelen düşünceler yönetir dünyayı.

Bu gibi şeyler ancak en seçkinlerin kulağına ulaşır; burada dinleyici olabilmek eşsiz bir ayrıcalıktır."


Evet dinleyici olabilmek bile büyük bir ayrıcalıkken artık insanlar düşünür edasıyla anlamsız, gereksiz, cümleleriyle düşünür ve yazar konumundalar kendilerince.

İşte bu sağda solda mitoz bölünmeye uğrayarak çoğalan yazıcıklar arasında doğruyu bulabilmek, doğru insanı takip edebilmek, keşfetmek gün geçtikçe zorlaşmakta.

Öylesine yanlış, yanılgı yayan yazılarla karşılaşıyorum ki, bazen müdahale etme gereği duyuyorum yine Nietzsche den aldığım bir güçle.

"Yanılgı körlük değildir, yanılgı korkaklıktır."

Kendi dünyasında doğruyu bulamamış, ama doğru olduğuna inanan, büyük bir olasılıkla çevresinden de destek gören onlarca kişi yanılgılarıyla etrafa korkaklıklarını da yansıtıyorlar ve kimse farkında değil.

Diyebilirsiniz ki bu yazdıkların ne oluyor?

Evet burası bir blog, yani bana ait bir günlük...

Hiç bir iddaam olmadan , yazar sıfatına hiç soyunmadan , kişilere bilgi vermeyi yada bir şeyler öğretmeyi düşünmeden iç sesimle yaptığım konuşmaların izdüşümü...

Yüzümü gülümseten kişilerde var,iyi ki var, ve onlar yine Nietzsche nin ;

"Bilgide her kazanç, ileriye atılan her adım yüreklilikten gelir, kendi kendine karşı sertlikten, dürüstlükten gelir"

düşüncesiyle hareket etmiş olmalarından kaynaklanıyor.







20 Kasım 2009 Cuma

Işık..



İnsanlar tanırız, yakınımızdadır, dostlarımızdır, sevdiklerimizdir, yada hiç bir şeyimiz değildir.

Hiç bir şeyimiz olmasa bile derinliklerinde yatan güzelliklerle davranmayı ilke edindiklerinden önem kazanırlar.

Önem kazandığı andan itibaren izin verdiği ölçüde tanımış olmayı kabul edemez, daha fazla bilgi edinmenin çabasında olur insanoğlu.

Ya da en azından ben öyleyim.

İstediği kadar kendini saklama durumunda olsun kişi,görmek isteyenler için görülmeyenlerin görüldüğü pencereler hep açıktır.

O pencereden içeriye bir göz attığımda gördüklerim karşısında şaşırdığım biri var.

Böyle bir kişiliğin var olduğuna inanmak gerçekten kabulde zorlanılan şeylerden bir tanesi. Çünkü öylesine değişti ki insanlar ve doğal olarak insan ilişkileri, ister istemez şaşırıyorsunuz.

Bir insan kendisini bu kadar iyi nasıl yetiştirir? diye soruyorsunuz.Sahip olduklarını ortaya dökerken bir bilgiç edanın ötesinde oldukça sıradanlaştırarak sunması büyüleyici...

Hiç te sıradan değil oysa etrafından yankılanan cümleler, melodiler...

Önemsenmenin tamamiyle unutulduğu bir evrede kendinizi önemsenmiş gibi hissediyorsunuz. Minicik bir kelime, bir dokunuş geliyor kafanızda bir şey yarattıysanız ve anlayamadıysanız.Bir an da kendinizi iyi hissediyorsunuz.

Öğreniyorsunuz onunla. Bildiğinizi sandığınız şeyleri bile öğreniyorsunuz, ama öğrenmede öğretme davranışından eser yok.

Gerçek olabileceğine inanamadığım için ister istemez kaybedeceğime dair de bir korku sarıyor içimi.İnsanların bu koskoca evrende onca kalabalığın arasında tek başına yaşadığını gayet iyi bildiğinizden var olduğuna bile inanamazken kaybedeceğiniz korkusunun derininde yatan bencilliğim de korkutuyor beni.

Ve görüyorum istemeden;

O dimdik sağlam duruşunun ardında onu var eden en belirgin özellik yaşanmışlıkların ardındaki hüzün.Bü yüzden içinde hep kemanın hisli ezgileri dolaştığından eminim.

En yakınındakiler ona en uzak olanlar ayrıca.

En çok ta bu koyuyor bana.

Farklı olanları anlamak kolay değil. Onlar anlaşılmamaya,yalnız kalmaya mahkum.Bir güneş gibi pırıl pırıl ışık saçarken başka gezegenlerin ışıltısına dalacak onlarca insan tanıyorum yeryüzünde.

İçimde garip bir sızı var , anlatması zor, haksızlıklar üzerine kurulmuş bu dünya.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Çok seslilik, çok renklilik


Her zaman kafama takılan bir soru bu sabah gerçek anlamda benim için sorun olmaya başladı.

Her zamanki işlerimi yaptıktan sonra bir müzik dinledim ve bu müzik annemin yıllar önce bozuk bir Türkçe ile söylemeye çalıştığı bir şarkıydı.

Müziğin insanı farklı şekilde etkileyecek bir özelliği vardır.

"Müzik insanı yolculuğa çıkartır."

Bende müziği dinlerken geçmişe ait bir yolculuğa çıktım.

Şu an bu duygu yoğunluğuyla boğuşmaya çalışıyorum ama kafama takılan konu çok daha farklı bir şey aslında. Bu sebeple duygu kısmını bir tarafa bırakıp düşünce boyutuyla bakmaktayım.

Dinlediğim müziğe etnik müzik adını vermişler.

Lejla Jusic adlı bir bayan sanatçı "Sevemez Kimse Seni" adlı bir şarkı söylüyordu.

Bildiğim Suat Sayın a ait bir parça olduğudur.Suat Sayın da Türk Sanat Müziği Sanatçılarından biridir.Gerçi ben onu Türk filmlerinin müziklerinden tanıyorum. O benim için bazen Türkan Şoray, bazen Hülya Koçyiğit tir....

Lejla Jusic ise Saraybosnalı gerçekten çok güzel bir sese sahip, eğitimini şan üzerine yapmış,kendi ulusuna ait ezgileri seslendirdiği gibi başka ülkelere ait ezgileri de seslendiren kapsamlı bir sanatçıdır.

Lejla Jusic i etnik müzik yapan sanatçılar arasına alabiliriz.Türkiye ye geldiğinde bize ait parçaları seslendirdiğinde ise ,bu parçada olduğu gibi, yapısından dolayı bir sınıfa ait parçayı etnik müzik kimliğiyle etiketlemek müzik adına bir yanlıştır.

Bu parça poplaşmış, biraz arabeskleşmiş bir Türk Sanat Müziği parçasıdır ve etnik müzikle yakından uzaktan ilgisi yoktur.

Etnik kavramı aslına bakarsanız sosyolojik bir terim olup sosyologlar arasında dahi henüz tam anlamıyla bir yere oturtulamamış bir kavramdır.

Her ülkede sayıları değişebilen etnik guruplar vardır.Bir gurubu etnik tanımının içine almamız için, o gurubun ortak bir geçmişe dayandırılarak ötekileştirilmesi gerekmektedir.

Yani siyasi bir yapısı vardır etnik yapının.

Yaşadığı coğrafyada yaşadığı coğrafyanın yapısından farklı olan gelenekleri, dilleri, dinleri vardır etnik gurupların.Sadece bunlar değildir bir gurubu etnik yapan.

Bu gurubun içindekilerde kendilerini yaşadıkları coğrafyanın dışında bir yapıda görür ve bu kabulle yaşar.

Bu sebeple bir üst yapı kuruluşu olan sanat kavramı da yaşadığı coğrafyanın dışında özellik gösterir.

Hassas olmamız gereken konu halk müziğiyle etnik müziğin birbirine karıştırılmamasıdır.İkisi de birbirinden son derece farklı iki olgudur. Ama ne yazık ki aynıymış gibi ele alınır.

Etnik müzik ve halk müziğini aynı gibi ele aldığımızda müzik adına bir çok yanlışlığa adım atmış oluruz. Etnik guruplar ve doğal olarak etnik müzikler Halk Müziğini zenginleştiren ara kaynaklardandır.

Halk Müziği içine etnik müziği almasına rağmen, etnik müzik kendi başına bağımsız olmayı tercih eder.Birinin kucaklayan birinin ret eden bir yapısı vardır.Ve bu da doğanın en güzel zıtlığının uyumunu ortaya çıkarır.Farkına varmadığımız şey budur aslında.

Zıtların birliğinin değişmez güzelliğini görmemezlikten gelerek siyasilerin çıkarları uğruna topluma ait tüm değerler ve özellikler yok olurken , doğanın kendisinde var olan bu güzelliğin içine nefret, olumsuzluk vs. gibi insanın var olduğu andan itibaren yakasını bırakmayan ilkel davranışlar girer.

Yaşamın çok seslilik ve çok renklilik üzerine kurulduğu güzel bir dünya en büyük hayalim yine de...